13 Şubatta Yaşadıklarım!

            1956 yılı 13 Şubat sabahı uyandığımda kapalı olan perde aralığından sızan güneş ışığı odamı aydınlatıyordu. Uzun bir uykuyu geride bırakıp kendime geliyorum. Başımın altındaki yastık boynumu ağrıtmış olacak ki ensemde ağrı, vücudumda bir kırgınlıkla uyanıyor, gerinip yataktan kalkıyorum.

            Sabah temizliği sonrası hemen giyinip kahvaltımı yapıyorum. Sokağa çıktığımda kesik kesik giderek sertleşerek esen lodosla karışık kıble rüzgârı ile karşılaşıyorum. Evlerin damlarından düşen kiremitlerden sakınarak, yolu ortalayıp seri adımlarla bugünkü Gerze Lisesinin bulunduğu yerde olan Ortaokul binasına ulaşıyorum.

            Dersler başlıyor. Herkeste rüzgârın çıkardığı seslerin etkisiyle bir heyecan, bir huzursuzluk var! Öğle paydosundan sonra tekrar evin yolunu tutuyorum. Rüzgârdan güçlükle yürüyebiliyorum. Bugünkü Hükümet Konağının bulunduğu alana geldiğimde, çok iri gövdeli selvi ağacının kökünden devrildiğini görüp, irkiliyorum!

            Evlerin damlarından düşen kiremitlerden biz öğrenciler gibi halkımız da sakınarak ve çok büyük bir çaba harcayarak yürüdüklerini görmekteydim! Öğle yemeğini yedikten sonra aynı güçlükleri yaşayarak tekrar okuluma ulaştım. Rüzgâr dışarıda giderek şiddetini artırıyor; içim ılık ılık oluyor, arkadaşlarımın yüzlerinde bir tedirginlik görüyordum!

            Okulumuz eski bir yapı olduğu için güney cephesinde ki salonun camları kırılmış olduğundan, giysi astığımız o salonun kapısı idarece kilitlenmişti! O gün bizler üstümüzde ki kışlık paltolarımızla sınıflara girdik! Çok şiddetli esinti nedeniyle sobalarımız yakılmamıştı. İnanın, nasıl ders yaptığımızı şu an hatırlayamıyorum! Paydos sonu aynı yolu izleyerek esen rüzgârla büyük bir mücadele vererek; çatılardan düşen kiremitlerden sakınarak, Köşk Mahallesi, Saatçioğlu sokağındaki evimize ulaştım…

            Akşam yemeğini elektrikler kesik olduğu için gaz lambası ışığı altında yedik. Soba yakmaya korktuğumuz için mangal ile odamızı ısıtıyorduk. Ev halkı mangalın başına toplanmış, hem ısınıyor hem de dışarıda rüzgârın çıkardığı korkunç ve ürkütücü sesleri korkulu gözlerle can kulağı ile dinliyorlardı!

            Anımsadığım, yatsı ezanı okunduğu sıralarda, sürekli atılan silah sesleri ve “ Yangın var!” feryatları ile irkildik! Ne oluyor dışarıda diye odadan salona fırladık! Babamla birlikte üçüncü kata çıktık, pencereye koştuk. Önce gökyüzünün kıpkırmızı olduğunu gördüm. Kıvılcımlar gecenin karanlığında, rüzgârın etkisiyle yoğun bir şekilde damların üzerinde uçuşuyor, yapıştıkları yeri hemen tutuşturuyordu.

            Ne olduğunu pek kavrayamadım. Yangın nereden başlamıştı? Şimdi nereler yanıyordu? Dışarıda korkunç bir gürültü, insanların çıkardığı çığlıklar “ Kaçın yanıyoruz! Herkes canını kurtarsın!” sesleri giderek artıyor, bu uğultulu sesler şiddetli rüzgârın etkisi ile olacak, korkunç ve ürkütücü bir çığlığa dönüşüyordu!

            “ Yanıyoruz!” dedi babam. Eyvah… Eyvah gitti bütün Gerze!” dediğini hatırlıyorum. Bana döndü:” Çabuk giyin.” Giyinirken sürekli söyleniyordu:” Bir bu eksikti, hay Allah… Ne etmeli şimdi?” Bir taraftan da çakısını çıkarmış, çamaşır ipinden bir parça kesmeye çalışıyor ve şöyle söyleniyordu:”Gözü kör olası çakı. İpi niye kesmiyorsun? Sonradan fark etmiş olacak ki, çakıyı karanlıkta ters tutmuş!

            İp kesimi bitmiş, babamla birlikte orta kata indik. Dolap ve çekmecelerden şu an ne aldığımızı hatırlayamadığım eşyaları iki çuval içine doldurduk. Çuvalların ağzını iple bağladık. Ama o çuvallar da orada öylece yandı! Onları evden çıkaramadık!

            O sırada babaannemin odada, oturduğu yerde yatsı namazı kıldığını fark ettim. O’na aile büyüklerimin hiçbirine haber vermeden, çok heyecanlanmış olacam ki, iki yaşındaki erkek kardeşimi, bulduğum bir mantoya sarıp alt kata indiğimi, başıma Ortaokul kasketimi taktığımı, elime paltomu alıp, lastik çizmemi giyip; kardeşimi kucakladığım gibi olanca hızla evimizden, son defa arkama bakmadan çok korkmuş olarak koşarak uzaklaştım!

            Kardeşim kucağımda Micat Yalısına(Bu gün ki Orta Bahçe altı) indiğimde, iskele çevresindeki binaların yanarak yıkıldığını gördüm. Sahil yolunda rüzgârın şiddetiyle sürüklenerek, Şakir Büyükbaşların evlerinin duşunda paltomu güçlükle giydim. Üzerime konan kıvılcımlarla da savaşıyordum! Evlerin duvarlarına tutunarak ilerledim.

            Ara yoldan Köşk Camii önüne çıktım. İnsanlar koşuşarak fener istikametine doğru gidiyorlardı.  Ortalık ana baba günüydü. Tüm insanlar can derdinde, kimse kimseyi hiç tanımıyordu! Ben de koşuşan insanların peşine takılarak, Köşk fenerinin Sinop tarafına bakan dalgakıranların kuytu bir köşesine kendimi attım! Artık hiç korku hissi duymuyor, gözyaşı da dökmüyordum. Ama sanki şok olmuş ve çok heyecanlanmıştım!

            Daha sonra bir fırsatını bulup fenerin bulunduğu alana tırmandım. Gökyüzü kıpkızıl bir alevle kaplanmıştı. En son Hamdi Pehlivanın evi ve bahçesindeki ağaçların yanışını üzülerek izledim. Ailem bizi bulmuştu. Babaannemi de oraya getirmişlerdi. Sabaha karşı bize ulaşan çevre il ve ilçelerden gelenlerin yardım etme isteklerini duydum. Çok sevindim!

            Unutamadığım bir olayda babaannem çok sıkışmış olacak ki, küçük abdestini orada gidermeye çalışırken rüzgârın etkisiyle idrarı ayaklarına ve üzerine sıçramış, bundan çok rahatsız olacak ki,” Yarın eve gitmeli, kırklanıp taharetlenmeli!” dediğini de hiçbir zaman unutamıyorum!

            Artık 14 Şubat sabahıydı. Tüm insanların yüzlerinde hüzün, gözleri kan çanağı gibi ne yapacaklarını bilmez bir halde koşuştuklarını, evlerinin yıkıntıları arasında şaşkın bir halde dolaştıklarını gördüm. Yanmış, yıkılmış evler arasından geçerken, kavrularak yanmış evcil hayvan ölülerine rastlıyor, yanık kokuları arasında ilerliyordum. Gerze yerle bir olmuş, her yer harabeye dönmüştü! Manzara çok korkunçtu!

            Bir yakınımız o sırada bizi buldu. Bağ evine götürdüler. Üç gün bizi ağırladılar. Daha sonra Alaçam’dan gelen yakınlarımız bizi alıp götürdüler. Alaçam da 7 ay konaklama ve barınma ihtiyacımızı karşıladılar. Ben okulumun ikinci yarıyılını orada tamamladım. Okul yönetimi ve öğrenci arkadaşlarım ellerinden gelen yardımı bana o günlerde yaptılar.

O günün şartlarında gerek yurt içinden, gerek yurt dışından Gerze’mize ve yangın felaketine uğrayan halkımıza çok büyük yardım yapıldığını duydum. Bu yardımların nasıl ve ne şekilde halka dağıtıldığını yeterince bilmiyorum. Birçok yolsuzlukların yapıldığı söyleniyor! Bu söylentiler doğru da olabilir, olmayabilir de? Devletimiz her türlü yardımı felakete uğrayan vatandaşlara dağıtılması amacıyla Gerze’de ki, görevlilere ulaştırmış.

O günlerde Gerze de oluşturulan yardım-dağıtım komitesinin görevini tam ve tarafsız olarak yerine getiremediği söyleniyor! O günleri yaşayan büyüklerimiz ve arkadaşlarım çok daha iyi bilirler diyorum! Değerlendirmeyi de günümüz okurlarına bırakıyorum!

Ama benim duyduğum ve önemli gördüğüm; o yılda ilkokul ve Ortaokul da okuyan yüzlerce öğrenciye yardım amaçlı 100 lira ile 200 lira arasında bir para vermişler. O gün için Gerze’ye sahip çıkanlar “ Veliler olarak bu paraları almayalım, bu paralarla okul yaptıralım.” Demişler. Belki de yüzlerce Öğretmen yetiştiren Sinop Kız İlk Öğretmen Okulu ilçemize yapılabilirdi. Devlet büyükleri de Gerze’mize bu önceliği tanırlardı.

Ama ne yazık ki, o günkü mahalli yönetimde söz sahibi olanlar ve oluşturdukları komite:” Yok biz paramızı isteriz.” Diye diretmişler, ailelere de bu paralar nakit olarak ödenmiştir! Bu olay gibi daha birçok olumsuzlukların yaşandığı söyleniyor. Büyük yangın olayını yaşayanlar bir araya geldiklerinde birçok olumsuz olayları yaşadıklarından, sizlerde yaşanan bazı olayları onların ağzından duymuş olabilirsiniz!

Dün bu olumsuzlukları yaşayanlar da, yaşatanlar da giderek azalmaktadır! Genç nesillere örnek bir miras bırakmak istiyorsak, geçmişten büyük bir ders çıkarıp bu güne bakarken: Diyorum ki, bir kötünün yedi mahalleye zararı olacağını biliriz de yine göz yumarız, kötülere kötülüklere! Omuz silker  “ Bana ne!” deriz, her koyun kendi bacağından asılır deriz! Kaçtığımızı sanırız böylece sorumluluktan!

Oysa köyümüz kasabamız pisse, bizim de payımız vardır bunda! Ülkemizde ve yöremizde işler yolunda gitmiyorsa biraz da bizim “ İŞLERE” yan çizmemizdendir bu… Sonuç olarak: geçmişte bireylerden oluşan yönetim kadrolarının yaptıkları hatalardan ders alıp, bugünün bireylerinin oluşturduğu yönetim kadrolarının, artık günümüzde hatalı ve tutarsız davranışlardan sakınmaları gerektiğine inanmak istiyorum!

62 yıl önce yaşadığım böyle büyük yangın felaketinin, ilçemde ve ülkemin hiçbir yerinde, hatta dünyanın başka yerlerinde de bir daha yaşanmamasını gönülden diler, yardım sever halkımıza da şükranlarımı sunarım. Sonuç olarak, başkalarını bilmem ama Lodos şiddetli estiği gecelerde uykum kaçar; sabaha kadar evin içinde dolaşır, dışarıda esen rüzgârın çıkardığı sesleri dinlerim! Bu davranışım nedeni, 13 Şubat Gerze yangınının ben de bıraktığı derin bir izin belirtileri olduğu kanısındayım!

Sevgiyle kalın.

Ali Vacit TOKMAK

YORUM EKLE
YORUMLAR
Seda Atalay
Seda Atalay - 6 yıl Önce

Üçüncü kitabımın Gerze'de kurguladım. Gerze ile ilgili kısa aforizmalara yer verdim.
Bu muhteşem yazı da beni yüreğimden sarstı. Teşekkürler..