Bizim Kuşakların Öyküsü...

Değerli Gerze Gündem okurlarım; Sizlere, gerçekten yaşanmış olan hayat hikayemizden kesitler sunacağım!

Benim kuşak 40'lı yıllarda tek partili dönemde ve ikinci dünya savaşının dünyamızı kan gölüne çevirdiği yıllarda dünyaya gözlerimizi açmışız.

Ülke olarak bu acımasız savaşa ülkemizi yönetenler savaşa katılmamışlar, babasız kalmamış ama aç kalmamak için vesika ile ekmek bile bizim adımıza ailelerimiz almışlar.

Köy Enstitüleri bu savaş yılları döneminde Köy çocuklarını öğretmen yetiştirerek Anadolu’nun en ücra köşelerine öğretmen olarak göndermişler, halkımızı aydınlatma girişimi işte bu sayede daha bizler çocukken 1940'lı yıllarda ülkemiz de başlatmışlar.

1946 yılında çok partili hayata geçilerek ilk demokrasi uygulamaları bizler 5-6 yaşlarındayken başlamış. 1947 yılında partili cumhurbaşkanlığından vaz geçilerek, Cumhurbaşkanı tarafsız olarak siyasi yaşamda yerini almıştır.

50'li yıllarda Demokrat Parti'yle hayata gözlerini açanlar. Tahta beşiklerde ninnilerle uyuyup, 60 ihtilalinin ayak sesleriyle uyananlar." Benim kuşak o tarihlerde ilkokul- ortaokul ve 27 Mayıs İhtilal sabahında öğretmen okulu öğrencisiydik."

Çocukluğunu 27 Mayıs kargaşasıyla geçirip 68'de 18 yaşının heyacanıyla 68 kuşağının çilesini çekenler bu yaşanan hikaye sizin!

Bizim o yıllarda çocukluğumuz hep sıkıntılarla geçmedi. Biz nedense ergenliğe geç girdik. çocukluğumuzu uzun yaşadık. Bizim oyun alanlarımız çoktu. Yemyeşil çayırlarda, bahçelerde, evimiz kadar güvenli sokağımızda çeşit çeşit kendi yarattığımız oyunları oynardık!

Biz küçük şeylerden mutlu olmasını iyi bilirdik. Aile toplantılarının sıcaklığını hep hissederdik. O yıllarda komşuluk bağlarımızda güçlüydü." Bir maniniz yoksa annemler size gelecek." sözü bizi çok mutlu ederdi.

Karanlık günlerde önlüklerimiz karaydı ama, karanlıkları aydınlatan beyaz yakalarımız gibi umutlarımız, mutlu günlerimiz de vardı.

Kitaplarımızı, defterlerimizi itina ile kaplardık.    Tahtadan, telden, ağaçtan oyuncaklar yapardık. Yaratıcı, yetenekli paylaşmacı çocuklardık.

Bizler yuvarlak, köşeli kurşun kalemlerimizle; düz, eğik, süslü ve italik okunaklı yazılar yazardık. Ne omuza asmalı deriden ve renkli çantalarımız ne 0,5 uçlarımız ne de kokulu silgilerimiz vardı.

Tahta sıralı, varilden bozma sacdan yapılmış sobalı sınıflarda kara tahta başında sınav heyecanları yaşardık!

Nohutlu, fasulyeli matematik derslerimiz. Cin Ali serisi okuma saatlerimiz. Andımız, Gençlik Marşımız, Cumhuriyet Şiirlerimiz. Sapanla "Kuş lastiği" ile ailelerimizde gizli gizli yaptığımız gizli kuş avlayışımız!

Deniz kenarlarında yani yalılarda balık, midye ve yengeç avlayışımız ve aramızda kendimizin öğrendiği yüzme sitilleriyle yaptığımız yüzme yarışları.

Bazen de tenekeden kendi yaptığımız derme çatma kayıklarla yalıdan yalıya yedekten çekerek yüzdürdüğümüz kayıklarla oynamaya doyamıyorduk!

Uzun kış gecelerin de uyuklayarak ninelerimizde dinlediğimiz masallar, Dedelerimizin, amcalarımızın askerlik anıları.

Hele okullarımız da beslenme saatlerinde Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanmış sütlü ve yoğurtlu beslenme saatlerini unutmak mümkün mü?

Ya sabahları mangalda kızartılmış ekmek üzerine tereyağı sürülmüş ekmeklerin tadına doyum olmazdı! Bazen de taze yumurta ve pekmez sabah kahvaltımızın katıklarıydı. Bazı günler de evde yapılmış tarhana çorbasının lezzetini nasıl unuturuz!

Bazı tatil sabahları sıcak ekmek kuyruğunda fırın önünde beklemek. Buharı kokusuna karışmış peynirli yumurtalı ve kıymalı pide yaptıranların fırın içinde ve dışında sıra alıp beklemeleri. Elimiz yana yana yediğimiz ekmek lokmalarını unutamayız.

Bizim Amerikadan ithal Teksas, Tommiks'imiz, Zagorumuz da vardı?

Hayat, Ses mecmuaları, Hürriyet gazetesinin ilaveleri... Radyoda Enosis, Makarıos ve Vietnam haberleri. Arkası yarınlarımız. Liselar arası bilgi yarışmaları. Bizimkiler, Kaynanalar dizileri. Radyo tiyatrolarımız. Erkan Yolaç'la Evet-Hayır yarışmalarımız, Orhan Boran'la Yuki'miz hayatımızın sanki bir parçası olmuştu.

Soğuk karlı buzlu kış günlerinde yollarda daha çokta Fula yokuşundan aşağıya tahta okul çantalarımızı kızak yapar kayardık! Küçük ilçemizde bakkalımız, kasabımız, fırıncımız, gece bekçimiz, manavımız, posta dağıtıcımız sanki aile fertlerinden biri sayılırlardı!

Lastik ayakkabıdan, naylon ayakkabıya. Bez toplardan, naylon toplara. Batarya pilli radyodan, ağır, iri sandıklı ve üzeri dantel örtülü Siyah- Beyaz televizyona biz kavuştuk.

Pompalı, fitilli gaz ocaklardan" Aygazlı" ocaklara biz geçtik. Vita yağı tenekelerinden su kapları, bazen de denizde yüzdürdüğümüz teneke kayıklar yapardık.

60'lı sıkıntılı yılların sonunda Amerika Apollo 11'i Aya gönderirken, bizim ilk yerli montaj otomobilimiz Anadolu'muz, arkasından 124 Hacı Murat'ımız trafiğe çıkmıştı.

O yıllarda bizim ne emniyet kemerimiz ne otamatik klimamız, ne cd çalarımız, ne uzaktan kumandamız ne oto alarmımız, ne hava yastığımız ne de otoyollarımız vardı.

Çatılarda daha iyi görüntü için, ölüm tehlikesiyle antenleri biz çevirirdik. Görüntüyü iyi elde etmek için. Grundik, Şaplorenz, Philips marka asker bavulu yerinden zor kalkan televizyonlarda, karlı, silik bulanık görüntülerden oluşan yerli dizileri ailece izlemek bizi çok mutlu ederdi.

Mahallelerimizdeki ara sokaklarda boş arsa ve alanlarda çeşitli oyunlarımız, gece muhabbetlerimiz, Sonbaharda cambazlı panayırlarımız. Oyunlarda topacımız, çemberimiz, misketlerimiz uçurtma ve "Gogenelerimiz"...Evden gizlice içtiğimiz birinci, Bafra, gelincik sigaraları. Pamuk şekeri, horoz şekeri, elma şekeri ve ev el çekimi keten helva ve bulursak, güzine üzerinde pişirdiğimiz kestane kebap en büyük zevklerimizdi.

Uzun eşek, birdirbir, saklanbaç, dokuz taş çizgi ve gazoz kapakları ile kendi yarattığımız oyunlar ve çelik-çomak oyununu hiç unutabilir miyiz?

Hayatımıza renk katan dini bayramlarımızın, milli bayramlarımızın özel yeri vardı. İlçemiz Odunpazarın da Kadem adlı bir şahıs salıncak, tahta dolaplar kurar para karşılığında bunlara belirli süre binerdik. Panayırlarda  kurulan oyun tezgahları, çadır tiyatroları en büyük eğlence alanlarımız olurdu. Ayrıca açık hava yazlık sinamalarını hiç unuturmuyuz.

Evlerde tasarrufa teşvik eden kumbaralarımız. Bayram harçlıklarımızı bu kumbaralarda biriktirirdik.1964-1974 Kıbrıs Barış harekatlarımızı yaşadık. Sokakta, bakkalda ve diğer yerlerde şeker, yağ ve akaryakıt kuyrukları. Bu nedenle insanlar kuyruklara girmeyi o tarihlerde öğrendiler.

Postanede yazdırmalı telefon etmeyi öğrendik. Üzerinde evlerimizde kestane pişirdiğimiz kuzine sobaları yaygınlaştı. Mufaklarımızda tel dolaplarımızın yerini yavaş yavaş buz dolapları almaya başladı.

At arabası, hamal arabası, Austin, magirus, ford, opel, chevrolet marka ve bagajı üstünde şehirler arası otobüslerimiz.

Futbol sahalarında, Lefter'li, Metin Oktay'lı, Şenol-Birol'lu Cemil Turan'lı Kedi Kaleci Varol Ürkmez'li, Can Bartu'lu, Metin-Ali-Feyyaz'lı unutulmaz derbi maçlarını radyolardan spikerlerin anlatımını soluksuz can kulağı ile dinlerdik! Sinemalarda John Wayne'li unutulmaz kovboy flimlerini izlemeye giderdik.

Beyaz perde de Ayhan Işık, Belgin Doruk, kötü adam Ahmet Tarık Tekçe, Göksel Arsoy, Filiz Akın, Fatma Girik, Ediz Hun ve Yılmaz Güney...

Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Emel Sayın, Zeki Müren, Erkin Koray, Berkant, Erol Büyükburç, Barış Manço" Dünya turu" Aşk dolu hüzünlü şarkılar.

Ne unutulmaz günlerdi o güzelim günler! Arkadaşlıklar, dostluklar bu gün arayıpta bulamadığımız o güzel günleri hep anımsamaktayım.

70'li yıllarda muhtıralar. Sağ-Sol çatışmaları, Üniversitelerde Kominist- Faşist suçlamaları. Fabrikalarda devrimci gerici sendikal mücadeleler! Grevler, Emeğin patronları. Sendika ağaları, İdeolojilere kurban edilen zavallı emekçiler.

Okullarda, devrimci-ülkücü kavgaları. Bölünmüş öğretmenler. Taraflı polisler "Pol-Der...Pol-Bir" gibi. Ülkesine sahip çıkanlar.

Bu arada yok olan gencecik fidanlar! Denizler, Hüseyinler, Mahirler, Ulaşlar, Taylanlar... Bu öykü sizin.

Bir biri ardına devam eden ceneze törenleri. Kardeş kavgaları. Siyasi acmasız adice yapılan cinayetler. Kurtarılmış bölgeler, okullar, mahalleler. Yakılan, yıkılan boşaltılan köyler. Üç Fidanın idamı. "Deniz- Hüseyin-Yusuf" 68 kuşağının kısa hikayesi.

Akıl almaz işkencelere göğüs gerenler. Sonra Dallas, Köle İzauvra, Yalan Rüzgarı, Cosby Ailesi, Uzay Yolu, Tatlı Cadı, Küçük Ev, Amerika, Avrupa, Berezilya Dizileri. Beatles, Rolling Stones ve Adomo...

Amerika, Avrupa Hayranlığı derken, Hippiler, yani bitli turistler ansızın girdi hayatımıza; benliğimizi yavaş yavaş kaybetmeye başladık.

Cola,adidas, bulijin, Rak-Rok-Pop merakıyla  unutuverdik kendi öz müziğimizi öz değerlerimizi. Türküleri, Bozlakları, Halk Oyunlarını, Destanları, Hikayelerimizi unutuverdik!

Sonra 80'de 12 Eylül sabahı Hasan Mutlucan'la uyananlar...Tutuklamalar, göz altına alınanlar. Akıl almaz işkencelere uğrayanlar. Bedenlerini ruhlarını kaybedenlar!

Yeni idamlara, haksızlıklara şahit olanlar! Gönülden yaralanıp, gençliğini sürdürenler.

Bu öykü, bizim daha doğrusu o günleri yaşayan kuşakların.

Ulusal değerlere biz sahip çıktık. İstanbul'da Amerikalıları Dolmabahçeden biz denize döktük. Bağımsızlık sevdalısı vatansever gençlerdik. Yıllarca süren eğitimin çilesini de biz çektik.

Ülkesini ölesiye seven de bizdik. Erkeklerde İspanyol paça pantolonlar, geniş gösterişli kravatlar, uzun saç ve favoriler siyasi görüşe uygun, yukarı-aşağı kalın bıyıklar. Deri çizmeler. Asker postalları, parkolar, kalın kemerler, palaskalar, kalpaklar. Arka cepte ince dişli taraklar. Yuvarlak cep aynaları. Gömlek ceplerinde gelincik yada Bafra sigaraları.

Kızlarımızda, lüle lüle saçlar allıklar, küpeler, her  genç kızın rüyası, zetina dikiş makinası reklamları, ince belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar. Döpiyesler, jarseler, koyu kırmızı rujlar. Kalın kemerler. Doğal güzellikler, tabii kokular. masumane bakışlar. Kınalı eller. Ahh..ah o ince beller!

Biz anne-baba sözü de dinlerdik. Bir çoğumuz görücü usulü ile evlendik. Kim ne derse desin, hala devam eden çok mutlu evlilikler kurduk. Sevmesini de sevilmesini de iyi bildik. Leyla'yı bilir, Mecnun'u anlardık.

Bizim ne unutulmuş aşklarımız vardı. Mevsim mevsim yaşardık duygularımızı. Şarkılarla sever, şakılarla ayrılırdık. Bizim mektuplarımız renkli kağıtlara yazılmış kendi el yazımızla, göz yaşı dökülmüş, aşk mektupları, asker mektupları, hemen hepside gül kokulu ve duygu doluydular.Hatta bazılarında göz yaşlarıyla ıslanmış içinde bir tutam saç, bir küçük el izi, dudak izi taşıyan mektuplar...

Ahh...Ah!

Biz neydik, ne değildik?

Romanlara konu hayatların sahibiydik. Biz  o yıllarda iyi ki vardık. Bütün olumsuzluklara rağmen, mutlu bir çocuk, sevdalı bir gençtik. Biz 2000 binli yıllarda yine varız.

40'lı-50'li yıllarda çocuk, 60'lı-70'li yıllarda gençtik...

Biz,80'ler de ihtilali, 90'lar da ekonomik krizleri bir kez daha yaşayanlarız.

Şimdi teknolojik gelişmelerle dolu 21. asrı yaşıyoruz. kredi kartı, Bilgsayar, İnternet, cep Telefonu, Süper Market, mp3 çalar, Dizüstüler, pazmalar...Artık o kokulu, duygu dolu, uzun mektuplar yok!

Aşklar yok oldu. Duygular kısaldı, sembol oldu. Gençlerin bir birlerine iletilerinde "nbr" "by" "sim" kısaltmaları, cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları...

Nerede meyvasını elimizle topladığımız ağaçlar? Korkusuzca gece gündüz oyunlar oynadığımız sokaklar? Nerede o sözünün eri yağız genç delikanlılar? Vefalı dostluklar, ölesiye arkadaşlıklar. Nerede utangaç al yanaklı kızlar? Saflık, doğallık, bağlılık nerede?

Bu nedenle çocukluğumu özlüyorum. Sizler özlemiyor musunuz? El yapması oyuncaklarımı, yanan evimizin  bahçesinde ki erik ağacından elimle erik toplamayı özlüyorum.

Ya şimdiki çocuklar!

                        Çokları internet başındalar. Fesfutlarda süper menülerle beslenecekler. Bilmem hangi yabancı müziği indirip dinleyecekler! Cep telefonlarına, bilgisayarlarına sarılmış, çok kilolu obez olma yolunda ilerleyen, renkleri uçuk, dişleri bozuk teknoloji çağını yaşıyorlar! Bol bol internetten indirdikleri oyunları oynuyorlar! Sanki kitap okumayı belli ki, unutmuş olmalılar!

Artık 20.ci asır gerilerde kaldı. çocuktuk genç olduk. Baba olduk, dede olduk. Bu  süreçlerde ne badireler atlattık, yılmadık ayakta kaldık. Artık yaşadığımız kadar yaşayamayacağımızı, bir bu kadar da ömrümüzün olmadığını biliyoruz. Olsun. İyiki o yılları da gördük ve o hayatları yaşadık.

Pişmanlık mı, asla! Sadece o dolu dizgin unutulmaz yılları özlüyorum.  Verseler aynı hayatları, yeni başatan büyük bir keyifle yaşamak isterim. Ama bu mümkün değil!

İşte sevgili okurlarım bu bizim kuşakların kısa bir hikayesidir. Bilmen sizlere gerçekten yaşanmış hayatlardan bir şeyler anlatabildim mi? Anlatabilmişsem ne mutlu bana; o yaşanan acı ve tatlı olaylar, unutulmaz çok güzel yılların ayrılmaz birer parçası, aynı zamanda o yıllarda yaşanan olayların birer canlı tanığı olmuştuk. Bu dünyaya belki de erken gelmişiz! Gördüklerimiz ve yaşadıklarımız, bizlere ait. Gelecek günler, neler önümüze getirebilir? Bilemiyoruz! Bu nedenle tarihin akışı içinde tahmin bile edemediğimiz, çok çeşitli sorunları hep birlikte yaşayarak bir meçhule doğru bazan çok yavaş, bazan da zamansız sevdiklerimizin ve sizlerin arasından ansızın gidiveriyoruz!

Esen kalın...

Ali Vacit TOKMAK

YORUM EKLE
YORUMLAR
Ali Vacit TOKMAK
Ali Vacit TOKMAK - 5 yıl Önce

geçmişini çok iyi bilmeyen kuşakların,geleceği parlak ve aydınlık olamaz! yukarıdaki yazımda; ikinci dünya savaşı ile başlayan süreci,27 mayıs ihtilali,68 kuşağın yaşamı,12 mart muhtırası,1964-1974 kıbrıs harekatları,12 eylül askeri darbesi günümüz çocuklarının ve gençlerinin nereye doğru koştukları yani 21. yüzyıl gerçekleri ile kısaca çocukluk, gençlik,orta yaşlılık gerçek yaşantılarının kısa ve çarpıcı örneklerini ele aldım.okurlarımın bu açıdan değerlendirmelerini isterim...yoksa başlangıçtan günümüze yaşananlarla ilgili sayfalar dolusu anıları kapsayan romanlar yazılabilir!

Şeref oral
Şeref oral - 5 yıl Önce

Hocam emeğine sağlık o günleri özlüyorum. Ellerinden öpüyorum hoca hanıma selâmlar

Cafer UYANIKSOY
Cafer UYANIKSOY - 5 yıl Önce

Hocam;eline,kalemine,aklına sağlık.Ne güzel yazmışsın.

Ali turgut tekneoğlu
Ali turgut tekneoğlu - 5 yıl Önce

Sevgili kardeşim ,kıymetli komşum bu yazınla uzun bir ömrü yaşattın bana sana çok teşekkür ederim.eline ve yüreğine sağlık hoşça kal

M.Aykut Tekneoğlu
M.Aykut Tekneoğlu - 4 yıl Önce

gerçek hayatın anlamı,samimiyeti,ilişkilerdeki doğallığı insanı değerleri..sizlerin döneminde bir genç olmalıydık sanki ,acısıyla tatlısıyla..
bize bıraktıkları ve bizden alıp götürdükleri...
ali turgut tekneoğlu ,yorumunu şimdi gördüm..mekanın cennet olsun babam..
sizden aldığımız değerlerin peşinde yol almaya devam ediyoruz..rahat uyu..
değerli büyüğümüz ali vacit amcamızın, kalemine sağlık..sevgi ve saygılarımla

saygılarımızla.