Duyuyormusunuz?

Şüphesiz en iyi yaptığımız şeylerden biri de, birini duyarsızlıkla suçlamaktır. Böyle durumlarda anında veciz bir söze atıfta bulunarak savımızı güçlendiriveririz; “dünya yansa, hasırı yanmaz.” Bunu yaparken de her zaman olduğu gibi kendimizin aslında ne kadar “duyarlı” olduğu gerçeğinin de üzerini örteceğimizden olsa gerek, yıkılıveririz birinin veya birilerinin üzerine.

Peki nedir duyarlı olmak? Duymak eylemini gerçekleştiren her insan aynı zamanda tartışmasız duyarlı mıdır? Bu iş için “ben duyarlıyım” demek yeterli midir? Ölçüsü ,  kıstası, sınırı, azı, çoğu, gerçeği, yalandan olanı var mıdır? Herkeste bulunması zorunlu mudur, olmayan noksan mıdır, olan fazla mıdır, bu kime ve neye göre belirlenir, birinin duyarlı olup olmadığına kim karar verir. Azı karar, fazlası zarar mıdır.?

Sevgili Dostlar;

Siz bakmayın öyle gereksiz ağızlarda ve gereksizce kullanıla kullanıla eskitildiğine, yerinin alakasız kavramlarla ve bilinçsizce değiştirilerek günümüzde anlamını yitirmeye yüz tuttuğuna…
Sevginin de nefretinde, merhametinde, vicdansızlığında, varlığında-yokluğunda, açlığında-tokluğunda nedenidir-sonucudur, kısaca anasıdır.

Yüzlerce insanı ölüm çukurlarına gömmeyi “fıtrat” olarak değerlendiren, insanları “güzel öldüren” bitmişlik olabildiği gibi, organlarını bağışlayarak, bir kez bile göremeyeceği birinin canına can katmaya vesile olan ve “ölüme dur” diyen çoğalış da o yüce duygudur.

Birileri tek bir yaprağın yeşiline koskoca bir ömrü adamışken, bir karış büyümek için onlarca yaza ve ayaza direnen binlercesinin böğrüne baltayı indiriveren de yine odur.

Bir köpeğin bacaklarına protez taktıran şefkat de odur, onlarcasını bir kalemde yok edebilen vicdansızlıkta… Yeri geldiğinde taşın altına elini koymakla kalmayıp, gerektiğinde toprağın altına girmeyi göze alabilmektir o.

Bazen Mustafa Kemal Atatürk gibi, Şeyh Bedrettin gibi, Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar gibi, Sokrates gibi, Martin Luther King, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Şeyh Edep Ali ve benzerleri gibi gönül tahtımızdaki emsalsiz yerleri dolduranlar olabiliyorken, bazen de Hitler, Mussolini, Pinoşe, Marcos, Franko, Kenan Evren ve gelmiş geçmiş tüm halk düşmanı eli kanlı diktatör olabilen d,e yine ondan başkası değildir.

İyi güzel de; insanı bu noktaya ne veya neler getirir? Çünkü günümüzde birçok hayvan, yine birçok insanın göz ardı ettiği bu hassasiyeti, sırf sezgileri ile yine birçok insandan daha fazla yerine getirebilmektedir. Öncelikle insanı duyarlı olma noktasına taşıyan ilk ve tek öğe, insanın önce kendine, sonra yaşadığı topluma ve ülkeye ve en sonuncusu da yaşadığı dünyaya karşı sorumluluklarının farkında olmasıdır. Yani “olanın, olmayana borcu olduğu” duygusunun insan tarafından içselleştirilmesi ve paylaşılmasıdır bu duygunun çıkış ve varoluş nedeni.
Doğayı kendinden öncekinden aldığı bir emanet olarak gören, tartışmasız her canlının acısını yüreğinde duyabilen bir empati kurma yeteneğidir.

Varoluşumuzun bir neden ve sonuç ilişkisinin kopmaz bağlarında gizli olduğu, her canlının en sağlıklı ve uzun yaşamasına duyulan saygının dışa vurumudur.

Değerli Dostlar;

Kulağın duyduğu sadece sestir.

İnsan ancak yürekle duyulur.

Duyarlı olun, duyarlı kalın.

Tabi bir de;

Sevgi ile kalın..

Bekir DEMİRCİ

 

YORUM EKLE