İyi Ki Ölmüşsün Baba..!

Namus, şeref, ahlak ve sair kavramların özde olmasa da, sözde en geçer akçe olduğu bir taşra kasabasında doğmuştu Fidan. Hiçbir zaman ağaç olamayacağını bilseydi ve elinde olsaydı gelir miydi bilinmez. Kadına yaşamın zehir edildiği ne varsa, orada hep bir fazlası vardı. Doğal olarak Fidan’ın ailesi de bu normların dışında kalamazdı, kalmadı da. Anne ve babasına bu konuda methiyeler düzmeye hiç gerek yoktu. Fakir ve namuslu idiler. Büyüklerinden nasıl gördüler ve öğrendilerse, çocuklarını da tıpa tıp yetiştirmeye çalışmaktan, benzerlerini türetmekten başkaca yaptıkları bir şey yoktu. Zorda olsa “okutuyorlar, aç karnını da doyuruyorlardı”, daha ne yapacaklardı.

Gelelim Fidan’a… O kasabada yaşayıp ta bir genç kızda olmaması gereken tüm özelliklere sahipti Fidan. Fakirde ama çok güzeldi, fakirdi ama çok zeki idi, fakirdi ama zenginler gibi yaşamak istiyordu, fakirdi ama gözü kara idi, hırslı idi ve elde edemeyeceklerinin tümünü de istiyordu. Lise yıllarına geldiğinde artık kendini bu kasabaya ait hissetmiyordu, çıkış yolunu bulmakta gecikmedi, okuyacaktı, üniversite onun için tek kurtuluştu, öyle de oldu. Baba, eş dost ısrarı ile zorla da olsa ikna edildi ve ver elini büyükşehir. Fidan kurtulmuş, suya kavuşmuştu. İkinci sınıfa geçtiğinde babasının aniden ölümü bu kurtuluşu tamamıyla perçinlemiş, onu artık tamamıyla “özgürlüğün kucağına” atmıştı. Aslında yaşam onu bir kucağa, hatta “kucaklara atmıştı” da o bunun adını özgürlük olarak koymuştu.

Part-time çalışılan işlerden alınan, arzu edileni yaşamaya yetmeyince zekasını kullandı Fidan. Kasabasında başına bela olan özellikleri burada akıl almaz prim yapıyordu, birçok arkadaşı bu yolla kraliçeler gibi yaşıyordu, o niye denemesindi. Karar verildi ve uygulamaya geçildi. Önce malum çevreye girmenin koşulları oluşturuldu, peşi de çorap söküğü gibi geldi. İlk sigara öksürtüp, ilk bira başını döndürdü ise de, sunulanlar öyle kolay kolay vazgeçilecek türden “nimetler” değildi, hem daha kaliteli ve zevkli olanları geride değil miydi, öyle dememiş mi idi kankası?

 Hayatının erkeği için bugüne kadar özenle koruduğu “fazlalıktan”, alkol kokan bir gecenin sonunda kurtulması ile önünde artık hiçbir engel kalmamıştı.

Üçüncü yılın başında ilk kez gittiği kasabası, ona daha dayanılmaz, “bunak” annesi daha da katlanılmaz geldi.  Kasaba ona ne kadar “az” ise, o bu kasabaya o kadar  “çok” idi. Emin olduğu bir şey vardı, bu “köy ve köylüler” onun için mazide kalan acı bir hatıradan başka bir anlam taşımıyordu. Dönmemek üzere ve son kez ayrıldığından emindi, öyle de oldu.

Tayanç yakışıklı bir çocuktu, ailesi zengindi, kendi arabası vardı en sporundan, su gibi harcıyordu parayı, ufak kaçamakları olsa da göz yumuyordu, çevresinde herkes böyleydi çünkü, aldatmayana “ezik” gözü ile bakılıyordu. Kolleksiyonun kalitesi her iki taraf için de “yatağa atılanın” sayısı ile ölçülüyordu onların dünyasında, onlar da işte böyle bir ortamda kendilerince seviyorlardı birbirlerini. Ancak yorulmuştu artık, ruhu da bedeni de fazla gelmeye başlamıştı Kasabanın Gül’üne. Otlar, tozlar, şırıngalar olmasa çekilecek gibi değildi.

Bu ait olmadığı yerlere adapte olmanın beyhude çabası, bu değerlerin birer birer yok oluşunu çaresizce izleyiş, bu gün be gün insanlaşmamaya doğru gidiş, bu hiç çıkılmaması gereken yolculukta varılan bitiş,  son aşamada oğlanı kafesleyip bu hayattan kurtulma planlarına kadar süren özgürlük serüveni, ta ki hamile olduğunu anlayınca “evleniriz” i beklerken, “aldırırız” ı işitinceye kadar sürdü Fidan’ın.

İkinci ihaneti ise aynalar yaptı Fidan’a, onu artık istediği gibi göstermiyorlardı. O bakmalara doyulamayan afet, afete mi uğramıştı ne. Sigara, alkol ve uyuşturucunun her çeşidi, güzel olan neyi var ise alıp gitmişti, gitmedi ise de bavullarını topluyordu. Ona, geride altında mor halkalı kuytu gözler, genişlemiş kalçalar, sarkık göğüsler ve yağlı bir göbek ve kısacası bir enkaz yığını bırakarak gidiyordu, işte  gidiyordu kendinden başka her şey olma sevdası.

Türk filmlerindeki finali hiç aratmadı sonuç.

Taşralı kızın “doğuracağım” ısrarı karşısında, zengin oğlan çoktan sırra kadem basmıştı. Beşinci sınıf bir apartmanın rutubet kokan bodrum katında, kendi sınıfına ait bir yaşamın içinde idi artık, beş parasız, hamile ve aç. Artık elde bir hüzün vardı, başarabilirse bir de ölüm, diğerleri başka Fidan’ları kurutmak üzere çoktan yola çıkmışlardı bile

İlk kez babası geldi aklına, ölmesi için gecelerce dua ettiği babası..

O namus, ahlak, şeref nutukları atan babası, o dalgaları nerede ise evlerinin bahçesinden içeri giren denize girdiği için, onu “eşek sudan gelinceye kadar döven” babası, arkadaşının verdiği biraz diz üstü eteği giydiğini gören, eteği parçalayan, onu da paralayan babası.

İlk kez babasının haklı olabileceğini düşündü. Sahi ölçüyü biraz kaçırmış ta olsa babası haklı olabilir miydi? “Kızım insan namusu ve onuru için yaşar, hayatta en önemli zenginlik budur” derken “abartmamış mıydı” yoksa. O zenginlere özenirken ” yavrum,  refah içinde bir hayatı herkes ister ve hak eder, ama yaşam, bunları hepimize sunmaz, bunun bedelleri olduğunu da unutma” derken söylediği gibi gerçekten sadece onu mu düşünüyordu babası? En büyük arzusunun onu yaşarken teli ve duvağıyla gelin görmek ve torunlarını yetiştirmek olduğunu söylerken, babası her zaman ki gibi çocuğunu geleceğinden mi korumaya çalışıyordu?

 Kısacık geçmişi en dramatik uzun metrajlı filmlere taş çıkarırcasına ve tüm çıplaklığı ve acımasızlığı ile geçiyordu gözünün önünden. Bebeğini de artık gittiği yerde doğururdu. Onun için üzülen olmayacağına göre yaşamasının da bir nedeni yoktu. Tayanç’ın son gelişinden kalma morfini son bir gayretle damarlarına enjekte ederken, ölüme yolculuğun ilk adımlarında dilinden dökülen son sözler “Nerdesin bab… olabildi.

Değerli Dostlar;

Her zaman ki gibi kendimce çözüm önerileri sunmak gibi bir ukalalık yapmayacağım bu kez.

Görünen köy, kılavuz istemiyor, önemli olan ona hangi yollardan ve kalıcı olarak ulaşılacak olması.

Sevgi İle Kalın..

     Bekir Demirci

 

YORUM EKLE
YORUMLAR
Ahmet AKIN
Ahmet AKIN - 9 yıl Önce

benim idareci iken karşılaştığım bir öğrencimin aynen yaşadıklarını aktarmışsın. yüreğine sağlık. malesef hayatın acımasızlığı içinde yazdıkların yaşanmaya devam ediyor. ana baba cahil de olsa , aklı bir karış havada olan genci koruyup kollama adına kendine göre çözümler üretmeye çalışıyor. ana ve babamıza rahmet...bekirim kalemine kuvvet....

bekirdemirci
bekirdemirci @Ahmet AKIN - 9 yıl Önce

bizler anne ve babalar olarak yaşanılan çağin farkı nedeniyle uygun olmayan yöntemleri çocuklarımıza uygulamış olabiliriz buna itirazım yok. ancak beni zorlayan onlara sunduklarımız hep mi çağın gerisinde?onlara katacak, onları koruyacak nitelikte hiç bir şey sunmuyormuşuz gibi,bizden gelen herşeyi topyekün reddetmeleri,ve burunları pisliğe batınca da"anne-baba gel bizi kurtar" kolayciliğina siğinmalari. biz onlara ulaşmaya çaliştikça, onlarin bizi çağdişi görerek bu mesafeyi daha da açma çabalari.tek diledimizin geçmişte bizim düştüğümüz yanliş ve yanilgilara onlarin düşmesini engellemek olduğunu bir anlasalar sorun çözülecek.saygi ve sevgilerimle-

hüseyin bodur
hüseyin bodur - 9 yıl Önce

her aile; evlatları için yaşar..bu bizim toplumumuza ait geçmişden gelen örf,adet ,geleneklerimizxin uzantısıdır....ama maalesef günümüzde üretmeden tüketmek, dizi ve sinealarda topluma lanse edilen o şatavatlı ve lüks hayat bazı evlatları anasına, babasına hakir baktırmya, hor görmesine yetiyorda artıyor bile....birilerine bakıyor baktığıo insan ve aile efradı,yanındaki mahiyatının yaşam şekli birden değişmiş. acaba benim babam ve ben neden böyle değilim, neden böyle olamıyoruz diyerek aklını hep bu saplantılar içerisinde kullnamak zorunda kalıyor...vee,;akibet lüks yaşam için yollara düşülüyor, ama o yollarda ne badirelerle karşılaşıyorlar....burası eskisi gibi bir ülke değil artık..namus, haysiyet, onur, gurur,ahdevaf gibi şeyler artık dillerimizden çıkmasına çkıyorda maalesef içraaatlarımızda asla yok oldular..veeeee;;;bizim neslimi