TÜRKİYE’DE EĞİTİME BAKIŞ

                        Osmanlı Devletinde 1800 yılında ülkenin hiçbir bölgesinde okur yazar oranı %5’i geçmiyordu ve bütün ülkedeki ortalama okur yazarlığın da %1 kadar olması muhtemeldi. Tanzimat dönemi sonunda Ahmet Mithat Efendi, okuma yazma bilmeyenlerin nüfusun %90-95’ i kadar olduğunu, bunların kalemsiz ve dilsiz olduklarını yazıyordu.

 

                         Osmanlı Devleti dönemi boyunca ilk öğretim, çok az sayıda çocuğa ulaşabilmiş, okula gitme şansına erenlerin büyük kısmı ise ancak Kur’an kursu niteliğindeki sıbyan okullarında eğitim görebilmişlerdir. 19. yüzyılda bile, örneğin 1824 yılında, II. Mahmut’un çıkardığı bir fermanla çocukları sıbyan okuluna gönderme zorunluluğu getiriliyor, fakat “sıbyan okullarının baş görevinin çocuklara İslamlığın şartlarını, inançlarını öğretmek olduğu” bildiriliyordu.

 

                         Bu  görüş  IV. Murat’ın  reformculuk  döneminde  de  vardı. Şeyhülislamlık  reform  alanı  dışına  çıkarılarak  sadece  şeriatı  uygulama  yetkisi  anlamına  getirilince, müslüman  halkın  ilk  eğitimi de  yenilenme  anlamının  dışına  çıkarılmış  oldu. Tanzimat  hatta  meşrutiyet  dönemine  kadar  ilk  eğitimdeki  ruh, medrese  ürünü  olan  imam  ve  hatiplerin etkisinde  kalmıştır.  Meşrutiyet  döneminde  bile  ilk  okulların  programlarında  Kur’an,  tecvit, namaz  sureleri, ilm-i hal  bir  çok  saat  tutmakta  idi.

 

                        Osmanlı’da    temel  eğitim  yokluğu, okuma  yazma  cehaleti, korkunç  karanlığını  yeni  Türkiye  Devleti  kurulana  kadar  sürdürmüştür. 1927’ de  bile  Türkiye’de,  6  yaşından  yukarı  nüfusun  ancak  %11’i  okur  yazar  idi.  Kadınlarda  bu  oran  %4’e  düşmekteydi. Osmanlı’da  temel  eğitimin  bu  derece  ihmali, tek  başına Türkiye’nin  geri  kalmışlığını açıklamaya  yeter.

 

                        Cumhuriyetin  ilanından  dört  ay  gibi  kısa  bir  süre  sonra,  Türk  ulusunun  temel  hastalığına  müdahale  yapılıp, temel  eğitim  ulemanın  elinden  alınıyor  ve  mektep-medrese  ikiliği  ortadan  kaldırılıyordu (3 Mart 1924  Tevhidi Tedrisat  ve  vakıf  kanunları).

 

                        Cumhuriyet döneminde bir yandan eğitim örgütü yeniden kurulurken, bir yandan da okul ve öğretmen sayısı hızla arttırıldı. Okur yazarlık oranı 1933’te %20’ye, 1970’de %50’ye, 2000’de % 90'lara çıkarıldı. Bu rakamların, Cumhuriyet öncesi yüzyılların eğitim karanlığı ile karşılaştırıldığında çok göğüs kabartıcı bir sonuç olduğu kesindir. Fakat unutulmaması gereken husus, Avrupa’nın 19. Yüzyılda eriştiği okuma yazma düzeyine 120 yıllık bir gecikme ile, ancak 1970’li yıllarda erişebiliyorduk. Ayrıca erişilen bu düzey birçok Asya ülkesinin gerisindedir.

 

                         Az gelişmiş ülkelerin büyüme hızları arasındaki farkı en iyi açıklayan değişkenin de temel eğitim olduğu, son yıllarda yapılan bir çok araştırmanın üzerinde anlaştığı bir bulgudur. Türkiye’de temel eğitim 20. Yüzyılın sonunda kavga gürültü beş yıldan sekiz yıla çıkarılabilmiştir.

 

                         Dünyada , bazı  petrol  şeyhlikleri  dışında , nüfusun  yarısından  fazlası  okur  yazar  olmadığı  halde  zengin  olan  ulus  yoktur.

 

 Okur  yazar  oranı  yüksek  olan  ülkelerde  ise  (Vietnam’da  olduğu  gibi)  , ulus , dış  etkenlerle  yoksulluğa  düşmüş  olsa  bile , nefes  alır  almaz  ekonomi  büyük  bir  kalkınma  atılımı  göstermektedir. Türkiye’nin  çağın  gerisinde  kalmasının  nedeni  temel  eğitim  yetersizliğidir.

 

                         İngiltere’de  başlayan  sanayi  devriminin  çok  kısa  sürede  öbür  Avrupa  ülkelerine , Amerika  kıtasına  ve  daha  sonrada  Japonya’ya  yayılmasını  hazırlayan  ve  kolaylaştıran  nedenler  arasında , bu  ülkedeki  yüksek  okur  yazarlık  oranının  payı  başta  gelmektedir.

                         Atatürk’ün  1919’da  Ankara’lılarla  yaptığı  görüşmede , ulusal  hakları  , varlığı , korumanın  yolunu  çizerken  söylediği  ;

“Kendini  kurtarabilmek  için  ulusun  her  bireyinin , ülkenin  alın  yazısı  ile  kendisinin  ilgilenmesi  gerekir” ,   sözleri  Türkiye’nin  eğitim  sorununun  çözümü  ile  de  bire  bir  örtüşmektedir. 

                      

  Türkiye’ye  güzel  günler  çok  okuyan  insan  sayısının  çoğalması  ile  gelecektir. Bu  bir  şans , kader , mucize  olmayan  matematiksel  doğrudur.

 

Kaynak  :  Prof.  Oktay  Yenal  “Ulusların  Zenginliği  ve  Uygarlığı”

 

 

Not : Bu makale Mayıs 2002 yılında Zonguldak Hürdüşün gazetesinde yayınlanmıştır.

 


YORUM EKLE