Bu yazımıza başlamadan önce konuya daha hakim olabilmemiz adına ufak birkaç bilgilendirme yapacağım. Akabinde ise hızlı ve uzun bir girişin sonrasında kapanışa geçeceğiz.
İktisadi ve idari bilimler fakültesinin İktisat bölümünden mezun olduğum günden bu yana esnaflığımı ve normal hayatımı hep iktisadi terimleri günlük hayatta arayarak yaşamaya başladığımı fark edeli hayli zaman oldu.
Piyasadaki arz-talep dengesi, yatırımlar hangi zamanlarda nerelere yapılır, kriz nasıl yaşanır ve nasıl atlatılır, döviz neye göre artar yada düşer, alım gücü düşünce mi sanki fiyatlar zamlanmış gibi gelir…vs gibi tabirler sürekli beynimi kemirirken yıllardır en çok bana selam veren kavramı bugün sizlerle paylaşmak istiyorum.
İktisatta ilk öğrendiğim şey arz ve talep kanunlarıydı. Yani; “bir malın fiyatı düşer ise talebi artar, fiyatı yükselirse talebi azalır.” Fakat ilgimi asıl çeken şey bu kanunları bozan 2 adet maddeden 2.sidir.
Bunlardan 1.si Zorunlu mallar. Misalen kanser ilacı gibi hayatı devam ettirmek için mecbur olunan malların fiyatları ne kadar artarsa artsın talebinin düşmeyeceği.
Gelelim asıl konumuz olan ve bana yıllardır selam veren 2. maddeye; ZÜPPE ETKİSİ…
Kimse alınmasın bu benim tabirim değil. Yıllar önce iktisat profesörleri koymuş adını. Tabirine gelelim isterseniz;
*1 “…gösteriş tüketimi gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde yeterli gelire sahip olmayan hatta düşük gelirli olan çoğu insan, çevrelerine daha iyi durumda olduklarını gösterebilmek, kendilerini kanıtlayabilmek için gelirlerinin izin verdiği ölçülerin ötesinde harcama yaparlar. Örneğin borç, harç son model cep telefonu alırlar. “
Yani diyor ki; durumun elvermemesine rağmen itibarından tasarruf etmiyorsundur.
Konuyu dahada açarak konuşacak olursak, şu anda pandemi dönemindeyiz. Orta sınıfın bitirilerek alt sınıfa aktarıldığı ve üst sınıfın dahada tavan yaptırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Kısıtlamaların etkisini maddi olarak alt sınıf olarak her dönemden daha fazla sırtımızda hissediyoruz. İçinde bulunduğumuz bu zorlu şartlara rağmen fiyatlardaki oynamalarına müdahale (kontrol şeklinde) edilmeyen büyük ağabeylerimiz hiç insaflı davranmayıp gün aşırı etiketleri şişiriyor. Küçük esnaf büyüklerin altında eziliyor. Halk yasakların etkisini bu yüzden iliklerine kadar hissediyor. Yasakları hepimiz biliyoruz zaten. Sokağa çıkma yasakları, parklar bahçeler gibi yerlerde bulunmamız yasak falan…
Öncelikle bu kısıma girmeden, linç etmeye programlanmış robotların hevesini kıracak cümleleri iliştirmem gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin muhasır medeniyetler seviyesinde en üstlerde olması ülküsünü biz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ümüzden emanet almış bir zihniyetiz. O yüzden hiç kimse “ülkenin yada memleketin gelişmesini istemiyorsun” gibi altı boş kelimerle kendini yormasın.
Konumuz ile bağlantıya girecek olursak; En son kelimelerimiz parklar ve bahçeler gibi yerlerde bulunmamızın yasak olduğunu yazmıştık. Bu kadar maddi zorluk içinde yaşarken ve halk her kuruşunun hesabını yapmak zorunda iken genelde ve yerelde sadece itibar diyerek yapılan işlerin aciliyeti var mı? Yani önceliğimiz varolan havaalanlarını yıkıp başkasını yapmak, varolan park ve bahçelerimizi yıkıp millet bahçeleri yapmak mı?
Büyüklerimiz halkın durumunu biliyor ve patates, soğan dağıtmaktan bahsediyor. Fakat halk bunu sorgulamıyor mu sanıyor; “Biz ne ara patates, soğana muhtaç duruma düştük?” diye.
Gerzemize bakalım mesela. Pandemide halkın yaşadığı yokluğa rağmen, şu dönemde gidip oturamayacağı, sadece yapım kısmının 700 milyar a yakın olduğu söylenen ve hali hazırda kullanılan bir alanı millet bahçesine çevirmeye çalışmak çok mu gerekliydi? Yada halihazırda, öyle yada böyle kullanımda olan ve kimsenin şikayetçi olmadığı kilit taşlı yollar varken maliyetinin bahçeyi aratmadığını düşündüğümüz, her yağmurdan sonra işçilerin, kalkan yerlerini düzeltmek için mücadele verdiği kesme taşları biraz daha erteleyemez miydik?
Bunların yerine mesela Atatürk mahallesinin sadece 50-100 metre üst kısmında bulunan ve Abdaloğlu köyüne bağlı denilerek yüz çevrilen, Avlosökü sitesine su borusu döşenip, yaşayan onlarca aileye su verilebilirdi. Hemde bu yerleşkeden belediyeye ödenecek su faturaları ile geri dönüşü olacak bir sistem olacağından kendi kendini amorti edecekken.
“Orası belediyeye bağlı değil” demenize gerek yok. Her mahallesiyle, her köyüyle Gerze hepimizin. Hizmet hepsine eşit şekilde gitsin. Bunu gönülden istiyoruz tabiî ki ama bu Gerze halkı başka köylerde iş makinaları üzerinde poz verirken gördü başkanını onu nereye koyacağız? Yol medeniyet ise suyu ne diye adlandıracağız?
Geçelim bunu. Mesela madem merkeze bir şeyler yapmak gibi bir niyetiniz var bu paralarla, sadece engelliler gününde gidilip poz verilen engelli vatandaşlarımızın göremeyenleri için kaldırımlarda bulunan şeritlerini yerlerine koysaydık. Onlara daha engelsiz bir hayat vererek hayat standartlarını yükseltseydik.
Geçelim bunuda. Madem merkezden çıkamıyorsunuz. Eski tekel binasının bulunduğu bölgenin ne olduğu belli değil ama son dönemde otopark gibi kullanılıyor fakat ne girişi ne çıkışı belli. Yağmur yağınca insanların yürüdüğü giriş kısmı göl oluyor. Burası ufak maliyetlerle daha kullanışlı bir otoparka ve insanların kaldırımdan kaldırıma geçerken hoplayıp zıplamak zorunda olmadığı bir yola dönüşebilir.
Hadi merkezin göbeğinden çıkıp fazla darlamayalım. Tabaktaşın son durumu hakkında halkı hiç dinlemiyorsunuz sanırım. Bir kulak verin. Yada daha dışarı gidelim. İnsanların, geldiğinde “Bu köyün adı ne?” diye sorduğu, Belediyeye bağlı, Cumhuriyet mahallesinin Cayva Küme evlerine götürelim sizi. Yolu bilmezseniz tarif edelim. Tünel çıkışının altında bir hastane tabelası var. Heh ordan yukarı, etrafına molozlar dökülmüş, geçen karda toprak kayması olduğundan, ortasına kadar yıkılan ağaçların kırıntılarıyla dolu bir yol çıkıyor. Ordan yukarı gidiyorsunuz. Yavaş çıkın çünkü arabaların karterleri çukurlara vurup deliniyor. Hatta 2 yıldır kurban bayramlarında suları 10-15 gün falan kesik oluyor. İşte tam o bölge. İnanır mısınız orada da insanlar yaşıyor. Bu bölgedeki insanlara da hayat standartları adına güzelleştirmem yapılabilir.
Yani demem o ki; içinden geçtiğimiz dönemde biz insanlar “günü kurtarsak yeter” diye yaşarken “itibarı dik tutalım yeter” diyenlerle pek uyuşamıyoruz.
Zorunlu ihtiyaçlarımız varken, insani standartlarımızı normale çıkartmak varken içinde bulunduğumuz şartlara hizmet vermeyen harcamaları ertelememek bizi üzüyor. Biz Gerzemizin her alanda ileriye gitmesini isteyen sevdalılarıyız fakat her şeyine bir planlaması olması gerektiğini savunuyoruz.
Demem o ki;
Şu anda “Bir malın fiyatı düşerse talebi artar, fiyatı artarsa talebi düşer” diyen arz-talep kanunu bozan şartların, hayat pahalılığı ve zorluğu yüzünden 1.sini yani “zorunlu mal” kısmını yaşayıp hayatımızı devam ettirmeye çalışırken, 2.madde olan “züppe mal” kısmı bizi fazlasıyla aşıyor.
O yüzden önce insan diyerek yaşamayı başarabileceğimiz, hesabımızı kitabımızı içinde bulunduğumuz dönemde önce zorunlu insan ihtiyaçlarına yönelik yapacağımız, zorunlu olmayan ve sadece itibar kazandıracak yatırımları ertelemeyi gurur saymayacağımız günlere ermeyi ve bunları görmeyi yüce Allah bize nasip eder inşallah diyorum ve bu vesile ile de Bütün Müslüman aleminin içinde bulunduğu ramazan ayını kutluyorum ve tekrarına ermeyi yine Yüce Allahtan diliyorum.
Kalın sağlıcakla…
önceki yazısını görmemiştim ama bunu okuyunca merak edip diğerinide okudum. halk ağzıyla yazmış. gerzede duymaya pek alışık olmadığımız bir üslup ile yazmış. ben siyaset yapıyordur diye düşündüm ama doğruları yazmış. şunu farkettim yıllardır doğruları söyleyene hep tepki olarak siyaset yapıyorsun demişiz. ateş mutfağa düşünce anlıyormuş insan. pandemide geçim darlanana kadar bunlara kulak asmıyorduk. cebimizde vardı. kimseye bakmadan yaşıyorduk. ama yanlış yapmışız. kesemizde var diye keyfe düşerek başkalarının zorluğunu görmüyoruz. konuyla alakası yok belki ama patates soğana muhtaç hale nasıl geldik diye sormaktan geri kalmıyor insan. gördüm sosyal yardımdan gerzedeki insanları. pandemide birbirinin üstüne çıkıyor patates soğan için. canları tatlı değilmi? ama canlarını düşnemiyor insanlar artık. muhtaç hale getirdiler bizi. ve ne yazık ki bizi uyaranları hep siyaset yapma diye susturduk biz.