Onkalo Nükleer Atık Deposu

 “Orayı unutma zaruretini hep hatırlamak gerek” : Onkalo Nükleer Atık Deposu

“Burası sizin yaşamanız için uygun bir yer değil”  

“Buraya sizi korumak için bir şey gömdük

“Şimdi gelmemen gereken bir yerdesin, burası Onkalo Nükleer  Atık Deposu !”

Yukarıdaki replik, bilimkurgu bir filmden alıntı değil, bir belgeselden alıntı; gerçek dünyanın ta kendisine ait. Hani sabah kalktığınızda kahvenizi veya çayınızı elinize alıp algılamaya çalıştığınız, gazetelerde haberlerine göz attığınız dünya var ya, işte o dünyaya! Senarist ve yönetmeni Michael Madsen olan 2010 yılı Danimarka ve Finlandiya ortak yapımı  belgesel, nükleer atık meselesine  dair can alıcı bir noktaya; nükleer atık depolarının dünya yüzeyindeki canlı yaşamı  açısından yüz bin yıl belki daha fazla bir süre için yarattığı tehditin boyutlarına parmak basıyor.

Finlandiya’nın Olkiluoto Adası’ndaki Onkalo arazisi,  yerin altını kazmaya değer herhangi bir madeninin, tarıma elverişli topraklarının bulunmadığı yargısından hareketle, 2002 yılı itibariyle  Finlandiya hükümeti tarafından dünyanın unutması gereken  bir bölge olarak ilan edildi.  Depo, yerin üstündeki değişimlere nazaran altının daha güvenli olabileceği varsayımına dayanarak granit kayalık zeminin  520 metre altında  yüksekliği 6,5 m genişliği ise 5 m bir tünel açılarak olarak inşa ediliyor. Öngörülen maliyeti ise sadece  818 milyon avro.

 

Belgesel filmde bilgisine ve görüşlerine başvurulan  merciiler arasında Onkalo Nükleer Atık Deposu’ nun  Başkan yardımcısı  ve İletişim Müdürü de yer alıyor. İkisi de  dünyada halihazırda 250-300 bin ton nükleer atık bulunduğunda hemfikir. Onkalo’nun misyonu 2020 yılında faaliyete geçmesiyle  başlayacak, 2100 yılında atıkların depolanması bittikten sonra kapısına mühür vurulacak.  Atıkların 100 bin yıl saklanması  ki bu süre nükleer atıkların tehlike arz etmeyi sürdürdüğü süreye eş.  Öte yandan, bu süre zarfında Onkalo’nun yerin altındaki bu dev depoyu gelecek kuşaklar bulur mu, bulur da uzak durulması gereken bir yer olduğunu anlar mı, işte orası tam bir muamma. Belgeselde yetkililere gelecek nesillerin  bu  depodaki tehlikeyi  anlamasını  sağlayacak şekil ve işaretler  düşünüp düşünmedikleri de soruluyor .Dolayısıyla “unutmaya mecbur olduğumuzu hep hatırlamamızı (hatta gelecek nesillere hatırlatmamızı) gerektirecek” bir yeden bahsediyoruz.

“Onkalo’yu kurcalayıp kurcalamayacakalarına dair gelecek nesillere güveniyor musunuz?”

“Ne güveniyorum ne güvenmiyorum diyebilirim; en doğru cevap kimsenin bunu bilemeyeceği olabilir.”

Belgesel, 7-8-9 Kasım 2014 tarihlerinde   İstanbul, Adana, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bodrum, Çanakkale, Diyarbakır, Hopa, İzmir ve Trabzon’da eş zamanlı olarak gösterimi gerçekleştirilen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali içerisinde izleyicilerle buluştu, cok yakında yönetmeninin izniyle de Türkiye’de yalnızca  surdurulebilir yasam.tv‘  de Türkçe altyazılılı olarak seyredilebilecek.

Video İçin Tıklayın

Belgesel filmden  hemen sonra izleyicilerin soruları olabileceğini düşünen sevgili festival sorumluları, bir de sunum ve soru-cevap kısmı organize etmiş. Bu bölümde emekli gazeteci İbrahim Günel’den  nükleer santrallar ve atıkları hakkında bilgilendikten sonra, biz de  kendisine Yeşil Gazete olarak  ilave birkaç soru yöneltiyoruz:

 

İbrahim Günel

YG : Film hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

İbrahim Bey:  Filmde nükleer atık meselesi konunun uzmanlarına başvurularak ele alınıyor. Söz konusu atık deposunun 2020 yılı itabariyle faaliyete başlayıp, o zamana dek oluşan Finlandiya’daki nükleer atıkların  2100 yılına kadar depolanacağı ve sonrasında da 100 bin yıllığına kapatılarak mühürleneceği anlatılıyor .

Beni düşündüren yüzlerce  belki bin yıl sonra birinin gelip orayı kazarsa ne olacağı ki zaten filmde de bu sorgulanıyor. O dönemde gelecek nesillerle dilimiz aynı olur mu? Yoksa  işaretle mi tehlikenin boyutlarını anlatmak gerekir?  Günümüzden geçmişe bakınca yaklaşık 3 bin 400  yıl önce Anadolu’da yaşamış Hititler’i görüyoruz. Hititlerin dili  1900‘lü yılların başında çözüldü Yine yanılmıyorsam günümüzden yaklaşık  2 bin 500 yıl önce Anadolu’ da yaşamış olan ama hâlâ dilleri ve alfabesi çözülememiş olan Luviler var.  Açıkçası, 1000-2 bin yıl önceki toplumların dilini bile bilmiyoruz,  kaldı ki bu filmde 100 bin yıldan bahsediliyor.  İnsan ömrü kısa, dil ise çok hızlı değişiyor, gelecek nesillere bırakacağımız atık mirasına dair neyi ne kadar anlatabileceğimiz, ciddi bir sorun .

YG: Nükleer atıkların depolanma  işlemi  nasıl gerçekleştiriliyor, anlatabilir misiniz?

İbrahim Bey: Öncelikle, dünya üzerinde halihazırda nihai bir nükleer atık depolama tesisi yok. Nükleer  yakıt çubuklarının kullanım ömrünün sınırlı olduğunu belirtelim. Bir nükleer reaktörde tipine ve kurulu gücüne göre  50 ile 200 ton yakıt çubuğu vardır. Her yıl ya da 1,5 yılda  yakıt çubuklarının dörtte 1’i çıkartılıp yenileriyle değiştirilir. Çıkartılan  yakıt çubuklarının ise 5- 10 yıl soğutulması şarttır; bununla birlikte yerlerine  yenileri eklenir. Kullanılmış yakıt çubuklarının soğutma işlemi ise reaktör binalarının içerisindeki havuzlarda gerçekleştirilir. Soğutma süresi tamamlanan yakıt çubuklarının havuzdan çıkartılarak içerisindeki gerekli elementlerin  alınabilmesi için ayrıştırma tesislerine götürülmesi gerekir. Dünyada 13 ayrıştırma ve yeniden işleme tesisi bulunuyor olup  bu tesislerde  kullanılmış yakıt çubuğunun içindeki plutonyum ve uranyum, güçlü asitlerle sıyrılarak ayrıştırılır. Kalan kısım ise sıvılaştığı için hacmi artar. Bunlar özel çelik konteynerle geçici depolama alanlarına gönderilir ; örneğin, Almanya’daki Gorleben bu geçici depolama alanlarındandır.

YG: Peki Onkalo dünyada örneği başka olmayan bir yer midir ? Amerika’da  Yucca Dağı’nda bir  nükleer atık deposu kurma girişimi olmuştu yanılmıyorsam .

İbrahim Bey : Yucca Dağı’nda kurulma işlemi başlaynan tesis ABD federal hükümeti ile eyalet hükümeti arasında davalık oldu. Bir anlamda  “rafa kalktı” diyebiliriz.

YG: Ülkemizde Akkuyu ve Sinop ’ta nükleer santral kurulması planlanıyor,  hatta geçenlerde  Akkuyu için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca yeterli bulunarak,  ÇED izni için askıya çıktı, bunu nasıl yorumluyorsunuz?

İbrahim Bey: Maalesef öyle ama depolama ve atık risklerinden raporda hiç bahsedilmemesi kabul edilir gibi değil. Bir nükleer tesisin faaliyete geçmesi için 4 tane lisanslama aşaması vardır. Bunlar  1-Yer lisansı, 2-inşaat lisansı, 3-deneme üretimi lisansı, 4- İşletme  lisansı… Her bir aşamadaki testlerden de geçilmesi gerekir. Halihazırda inşaat lisansı aşamasındayız.

YG: Çevre boyutuyla ele alırsak ki elbette çevreyle birlikte insan sağlığı da etkilenecektir;  nükleer santralların teknik olarak bir kaza veya sızıntı olmasa dahi çevreye ve insan sağlığına  olumsuz etkisi bulunur mu?

İbrahim Bey: Nükleer santrallar soğutma işlemi için  yüksek miktarda suya ihtyaç duyar ki bu miktar saniyede 10 tondur. Nükleer reaktör içerisinde kapalı devre vardır. Bunlardan birinci kapalı devre, reaktörün kalbinden, yani yakıt çubuklarının arasından geçerek buhar üretecine (jeneratör) gider. Üreteçteki suyu buhara dönüştürerek tekrar reaktörün kalbine döner. İkincisi ise buhar üretecinden çıkan kapalı devredir. Bu da elektrikli üretecinin tirbününü döndürmek içindir. Tirbünleri döndüren çürük buharın ise soğutulması santralın yakınındaki göl, akarsu ya da denizden sağlanır. Normalde, sızıntı, çatlama olmazsa; boru,tesisat bakımları düzgün yapılırsa, kapalı devrelerden geçen sulara radyasyon bulaşmaz. Ancak, çürük (kullanılmış) buharı  soğutmak için çekilen  soğutma suyu,  tekrar dışarı denizlere, göllere ya da akarsulara gönderilir ve bu durum, bir süre sonra deniz, göl, nehir suyu sıcaklığında yükselmeye yol  açar. Sıcaklık derecesi değişen deniz, canlı yaşamını tehdit edecek boyutta bioçeşitliliği tamamen değiştirecektir .

YG: Peki bacadaki filtrelerden radyoaktif izotopların dışarı çıkması mümkün müdür?

İbrahim Bey: Mümkündür. Nükleer reaktörlerde koruma kabının içerisinde işletme sırasında hidrojen oluşur. Hidrojen çok patlayıcı bir gazdır ve dışarı salınmazsa reaktör binasını patlatabilir. Bu yüzden belli aralıklarda nükleer reaktörlerde atmosfere izin verilen oranlarda gaz salınır. bu gazların içerisinde ksenon gibi radyoaktif gazlar da vardır.

YG: Peki nükleer santrallar insan sağlığı açısından bilimsel olarak  tehlike yaratır mı?

İbrahim Bey: Almanya’dan Nükleer Silah Karşıtı Hekimler Birliği(IPPNW) üyesi ve şimdiki Başkanı  Dr Angelika Claussen,  kendisiyle 1998 yılında yaptığım söyleşide, Almanya’nın Hamburg kentinin kuzeyinde bulunan Krummel Nukleer Sanralı‘nın çevresinde ikamet edenlerle yapılan  bilimsel bir araştırmada,  çocuklardaki  lösemi ve tiroid kanseri  oranlarında artış oldugunun saptandığını anlatmıştı. Geçenlerde bununla ilgili yeni bir araştırma da bunu doğrular nitelikteydi.

YG notu : ( YG olarak IPPNW Yeni dönem Avrupa Başkanı Dr Angelika Claussen ile de bir söyleşi gerçekleştirmiştik, yakında yayınlamayı umuyoruz)

YG: Bu durumda kaza olmasa bile nükleer santrallarin insan sağlığı için zararlı olduğu sonucuna varabilir miyiz?

İbrahim Bey: Maalesef evet. Radyoaktif izotoplar, kararsız elementlerdir. Bunlar kararlı hale gelebilmek için atomlarından sürekli parçacık atar. Bu da iyonize edici radyasyonu oluşturur. İyonize edici radyasyon da öncelikle canlı DNA’sını kırar. Bizim DNA’larımızda yaşamımızla ilgili her şey kodlanmıştır. Örneğin o hücrenin yaşamımız boyunca kaç kez ve ne zaman bölüneceği bellidir. İyonize edici radyasyon DNA’mızı kırdığında bu kodlar da bozulur ve o hücremiz deli gibi çoğalarak kanser oluşmasına neden olur.  Bir de her radyoaktif  izotop vücutta farklı bir organa yerleşir. Örneğin  iyot 131 tiroide, sezyum 137 kemik iliğine, plütonyum 239 ise akciğere yerleşerekçeşitli kanserlere neden olur.  Bir de bu radyo izotopların her birinin farklı yarılanma ömrü vardır. Her biri en az 10 kez yarılanma ömrü geçirdikiten sonra kararlı hale gelir. Örneğin iyot 131’in yarılanma ömrü 8 gün, sezyum 137’ninki 30.4 yıl, plütonyum 239’un ise 24 bin yıldır. Yarılanma ömrü 240 bin yıl olan radyo izotop bile vardır .

YG: Peki güvenlik boyutu açısından nükleer santral yatırımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İbrahim Bey: Ülkemizde nükleer santral henüz olmamasına rağmen tarihe geçen bir kazayı tecrübe ettik.  1998 yılında İstanbul İkitelli’de bir  hastanenin röntgen kaynağı olan kobalt 60 radyoizotopunun bulunduğu kaynak, hurdacıda ortaya çıktı. Oysa bunun Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK)‘in kontrolünde yurtdışına gönderilmesi gerekiyordu. Bu kaynağı parçalamaya kalkan bir hurdacı ailenin birkaç ferdi, ani radyasyon zehirlenmesi sonucu kısa bir süre sonra yaşamlarına veda etti.

TAEK ülkemizde kurulması düşünülen nükleer santralları nasıl denetleyecek ve lisans verecek?  Biz daha yakın zamana kadar Soma ve Ermenek’teki maden kazalarını önleyemedik ve yüzlerce insanımızı kurban verdik. Bunları düşündüğümüzde, bu nükleer santrallar nasıl denetlenebilecek? Öte yandan, 2012 yılının Aralık ayında, İzmir’in Gaziemir ilçesinde kurşun üreten bir fabrikanın yıllarca yurtdışından ithal ettiği radyoaktif  atıkları  kendi arazisindeki toprağa gömdüğü ortaya çıktı. TAEK’in durumu 2007 yılından beri bilmesine rağmen  asla müdahale etmediği anlaşıldı. Oysa ülkemize radyoaktif atık ithal etmek yasalarımıza göre yasak.

YG: Ülkemizde nükleer santral yapılmasının istihdam artışı sağlayacağı görüşü hakkındaki değerlendirmenizi de alabilir miyiz?

İbrahim Bey: Nükleer santrallarda teknoloji yoğun üretim gerçekleştirilir. Teknik personel ihtiyacı olduğu üzere, yatırımı yapan ülkeler kendi teknik personellerini bu alanda değerlendirecektir. Dolayısıyla  evet bir istihdam artışı olacaktır ancak bu durum bizim değil,  tesisi kuran yabancı ülkedeki istihdama olumlu etkisi olacaktır. Belki şaka olacak ama bir nükleer santralda çalışan çaycının bile özel eğitimden geçmesi gerekiyor.

 

Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

twitter:@pnrizumi

 

YORUM EKLE