Osmanlı’da Kağıthane

                 Osmanlı döneminden itibaren insanların hoş seda, huzur ve dostlarıyla zaman geçirildiği yagane mekanlardan olmuştur kağıthane. İstanbul’un eski kendisine has mekanlarından kağıthane de bulunan mesirelerin bir çoğu burada idi. Burada kağıt imalahathaneleri  bulunduğu için Kağıthane isminin verildiği bilinmektedir. İstanbul’un fethinden evvel burasına Cydaris adı verilir idi.  Osmanlı lale devri döneminde istanbul’da bir çok mesire alanları kasırlar, bahçeler, kayıkhaneler açıldığından kağıthanenin geniş alanları da nasiblenmiş olub Patrona Halil isyanıyla zamane çok zarar görmüştür. Kağıthanenin lale bahçeleri ve çimenliklerinde şarkılar söylenirken bir taraftan çifte kayıklarla derede çapkın bakışlar, iltifatlar, bıyık burmalar, yeni aşklara yelken açtırırdı. Evliya Çelebinin seyahatnamesinde belirttiği ‘’Melek Ahmet Paşa rahatsızlığını atmaya çalışırken Evliya Çelebi dostlarıyla Kağıthane safasında, Ramazan başlangıcına dek iki ay Kağıthane de, Kağıthane ovasında irili ufaklı, süslü püslü üç bin çadır, Geceleyin ışıklar içinde, Saz ve çengi kolları, Sabahlara dek fasıllar, Havai fişekler, Top atışları, Suyun iki yanına serilen yedi sekiz bin yaygı, kilim, İki bini aşan ordu dükkanlarında yiyecek ve içecek  satışı, Hokkabazlar,ateşbazlar, surahibazlar,zorbazlar,perendebazlar. Kağıthane suyunda yüzen delikanlılar, kucak kucağa sevgililer.’’ bağımsız cümleleri zamanın ahengini sahih ve sabid kılmaktadır.

           Kağıthane mesiresinin bu kadar rağbet edilmesinin sebeblerinden biri de açık gösteriş sahası olmasıydı. Kayıkla gelenler derenin iki yanında, aracıyla gelenlerde ağaçların altında toplanarak sazlı, sözlü nameler eşliğinde yemekler, içecekler ortaya serilirdi. Mamafih muhallebici, şerbetçi, simitçi, dondurmacı, helvacısı, şekercisi de eksik olmazdı. Yabancılarında gözdesi oluveren kağıthaneyi XIX. yz ortalarında İstanbul’a gelen misyoner Miss Julie Pardoe ‘’Yabancı Gözüyle İstanbul’’ adlı eserinde der ki;  ‘’İstanbul’a yakın en güzel yerin kağıthane olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Frenkler buraya ‘’Tatlı Sular Vadisi’’ derler. Bu ad şairene olduğu gibi buraya yakışıyordu. Pırıl pırıl akan kağıthane deresi vadinin yeşilliği bol bir yerinden çıkar ve yeşil çimenlerin arasında bir gümüş tel gibi uzanır. Bir nehir kadar geniş değildir. Fakat büyüklüğü ne olursa olsun başkentin bir sahasında tek akarsu olduğu için büyük bir zevk ve hayranlık konusudur.’’ demektedir.

        Lale devrinde akarsunun sağı ve soluna elliye yakın geniş ve gösterişli kasırlar yapıldığı zamane Padişah III. Ahmet’in sanata ve doğaya ilgisinden dolayı Kağıthane ye bir çok çeşme, sebiller, mesireler, kasırlar yaptırdığı gibi ziyafetler, toplantıların devlet erkanınca tertiplenip samur kürk ve ferace giyilmesi mecburiyeti her daim zaruriydi. Padişah alayla Kağıthane mesire alanına gelişi ayrı bir vukuu idi ki önde kılavuz çavuşu peşine Dergah-ı Ali çavuşları, Silahdar ağaları, Sipahi ağalar, Rikab-ı hümayün mensublarından sonra gümüş takımlı sırma işlemeli yağız küheylanın üstünde padişah ilerleyerek nizami giriş yaparlardı. Zamane Nevşehirli Damad İbrahim Paşa Paris’teki versailles sarayını aratmayacak gösterişli bir kasır dahi yaptırtmıştır ki inşası altmış günde bitirilebilmiştir. Eskiyi aratsa da zamanımızdada istifade edilen Kağıthane de hasbahçe olarak anılan mesire alanlarımız halen gözetilmektedir.

Araştırmacı Yazar

Volkan Yaşar BERBER

YORUM EKLE